Mücahitler Mah. 72037. Sk. No:2 Okan Towers Kat:2 No:33 Şehitkamil / Gaziantep

İlişkilerde Hep Aynı Sorunları Yaşamanızın Nedeni Bağlanma Stiliniz Olabilir

İlişkilerde Hep Aynı Sorunları Yaşamanızın Nedeni Bağlanma Stiliniz Olabilir

İlişkilerde Hep Aynı Sorunları Yaşamanızın Nedeni Bağlanma Stiliniz Olabilir

Bazen biriyle tanışırsınız ve her şey iyi gidiyor gibidir. Sohbet güzel, ilgi karşılıklı, heyecan yerinde... Ama içinizde bir yerde küçük bir ses fısıldar: “Bu da bitecek. Fazla yaklaşma.” Ya da tam tersi… Karşı tarafın ilgisi artmaya başladıkça sizin huzursuzluğunuz da artar. Sanki biri size dokunmadan önce içgüdüsel bir şekilde geri çekilirsiniz. Bir şey olur (ne olduğunu açıklamak zordur ama olur) ve ilişkinin içindeki güven ipi yine kopar. Sonra kendinize şu cümleleri kurmaya başlarsınız:

  •           “Sanırım ben bozulmuşum.”
  •           “Kimseyle tam bağ kuramıyorum.”
  •           “Ne zaman biri bana gerçekten ilgi gösterse, bir huzursuzluk başlıyor içimde.”
  •          “İlgilenmeyen peşinden koştuklarım, bana değer verenler ise neden itici geliyor?”

…Ve ne acı ki, bu döngü sadece romantik ilişkilerde yaşanmaz. Arkadaşlık ilişkilerinde de aileyle olan bağlarda da benzer hisler yankılanır. Yakınlık, içten içe bir tehdit gibi hissedilir. Güvenilecek biri çıktığında bile, kendinizi geri çekmeye başlarsınız. Sanki “yaklaşan sevgi” ile bir panik başlar. Çünkü belki de öğrendiğiniz şey şudur: “Yakın olan bir gün canımı yakar.”

Bazıları içinse tam tersi geçerlidir. İlişki başladığı andan itibaren büyük bir ihtiyaç uyanır içinde. Sürekli mesaj atılmasını bekler, ilgisizlik hemen bir terk edilme işareti gibi algılanır. Karşı tarafın birkaç saat geç yazması, bir bakışı, bir mimik bile zihinde çığ gibi büyür ve içinizden geçen düşünceler tanıdıktır: “Beni istemiyor. Galiba sıkıldı. Yanlış bir şey mi söyledim?” Sonra sevilmek için daha fazla vermeye başlarsınız. Daha çok anlayış, daha çok sabır, daha çok “benim önemli değil, sen nasılsan öyle iyi” demeler… Ama karşılığını tam da beklediğiniz şekilde alamadığınızda, içinizden şu cümle geçer: “Ben yeterince sevilebilir biri değilim.”

Zihin çoğu zaman mantıklıdır ama bu döngü mantıkla açıklanamaz çünkü olan biten, akıl düzeyinde değil, duygusal hafıza dediğimiz çok daha derin bir yerde oluşur. Orası çocukluktur. Bir zamanlar çok seven ama tam karşılık alamayan bir çocuğun hâlâ içimizde bir yerlerde yaşamasıdır. Saklanır, susar, ama her yeni ilişkide yeniden konuşur. “Yine gidecekler. Yine bırakılacağım. Yine beni olduğum gibi sevmeyecekler.”

Ve fark etmeden, siz bile kendinize “olduğunuz gibi” davranmamaya başlarsınız. Güçlü görünmeye, eğlenceli olmaya, ilgi çekmeye çalışırsınız çünkü içten içe o küçük ses hâlâ fısıldıyordur: “Gerçek beni gösterirsem kalmaz.”

Peki neden bazılarımız duygulara doyamıyor, bazılarımız onlardan kaçıyor? Çünkü bağlanmak, sadece birine âşık olmak demek değildir. Bağ kurmak, çocukken oluşan duygusal “kayıtlarla” ilişki kurmaktır. Eğer duygularınız küçümsenmişse, dalga geçilmişse, ihtiyaç duyduğunuzda kimse olmamışsa... Zihninizde şu kayıtlar oluşur: “Kimseye güvenme. Hissettirme. Fazla yaklaşma. Terk edilmeden sen git.” Ya da “Sadece çok verirsem kalırlar. Yetmezsem giderler.” ve büyüdüğünüzde bu kayıtlar, siz fark etmeden ilişkilere yön verir. Sanki içinizde biri vardır ve her yeni ilişkide direksiyonu sizden alıp aynı yola sürer.

İlişki yaşamaktan çok, ilişkiyi yönetmek zorunda hissediyorsanız… Sevildiğinizde bile huzurlu değil, tetikte hissediyorsanız… Yakınlık size güzel değil, tehdit gibi geliyorsa… Her seferinde “Acaba ben mi fazla geldim?” ya da “Neden yine hissetmiyorum?” diye düşünüyorsanız… Artık mesele sadece “ilişki şanssızlığı” değildir.

Bu duyguların nereden geldiğini anlamak, sadece geçmişle değil, bugünle de barışmanın kapısını aralar. Ve bu fark ediş, çoğu zaman bir yazının ortasında, gözlerinizi sabitleyip kendinizi düşündüğünüz bir anda başlar. Tıpkı şu an olduğu gibi.

“Sizi en kısa sürede arayalım. İlk adımı birlikte atalım.”