Mücahitler Mah. 72037. Sk. No:2 Okan Towers Kat:2 No:33 Şehitkamil / Gaziantep

Kendi Kendini Sabote Etmek: İçerideki Gizli Düşmanın Sessiz Oyunu

Kendi Kendini Sabote Etmek: İçerideki Gizli Düşmanın Sessiz Oyunu

Kendi Kendini Sabote Etmek: İçerideki Gizli Düşmanın Sessiz Oyunu

Kimi zaman başarılı bir iş görüşmesinin ardından sebepsiz yere son anda vazgeçişte, kimi zaman iyi giden bir ilişkide saçma bir tartışmayı bile bile büyütüşte, bazen de hayalini kurduğun şeye bir adım kala kendi ayağına basmakta çıkar karşımıza: kendini sabote etmek.
Sabotaj, kelime anlamıyla bir şeyi bilinçli olarak bozmak demektir. Ama buradaki fark, failin de mağdurun da aynı kişi olmasıdır. Kendi gelişimini, mutluluğunu, ilişkilerini ya da başarılarını, farkında olmadan altını oyma hali… Klinik psikolojide bu, çoğunlukla erken yaşantılardan kaynaklanan şemalarla ilişkilendirilir. Jeffrey Young’ın Şema Terapi kuramında belirtildiği üzere, bireyler çocuklukta geliştirdikleri “uyumsuz temel inançları” (örneğin, “Ben değersizim”, “Yakınlık acı getirir”, “İyi şeyler uzun sürmez”) yaşamları boyunca istemeden yeniden üretirler.
Danışanlarımda sık gördüğüm kalıplardan biri, başarıya birkaç adım kala aniden geri çekilme davranışıdır. Bu kişiler genellikle dışarıdan bakıldığında yetenekli, akıllı, çalışkan bireylerdir. Ama içten içe şu düşünce kıpırdanır:
“Ya yaparsam ve yine sevilmezsem?”
“Ya başarılı olursam ama yine yalnız kalırsam?”
“Belki de bunu hak etmiyorumdur...”
Burada sabotajın nedeni, başarısızlık korkusu değil; başarıyla birlikte gelecek olan değersizlik hissini daha fazla bastıramama korkusudur. Birey bilinç dışı düzeyde şunu söyler: “Başarılı olursam herkes daha fazlasını bekler. O zaman yetersizliğim daha net ortaya çıkar.”
Erteleme, geciktirme, ilgisiz gibi görünme... Bunların hepsi, kırılgan özdeğerin etrafına örülmüş koruma duvarlarıdır. Ancak bu duvarlar yalnızca dışarıyı değil, içeriği de hapseder. Bir süre sonra kişi, o özlemini çektiği hayata ulaşamaz hale gelir. Sevilmek, değer görmek, ait hissetmek... Hepsi birer uzak hedef gibi durur.
“Ben sevilmem” cümlesi, çoğu zaman bilinçli olarak kurulmaz. Ama kişi, bunu kanıtlayacak partnerler seçer; şefkatten korkar, ilgiden rahatsız olur. Terapi odasında şu cümleyle çok karşılaşırız: “İyi davranınca içimde bir huzursuzluk oluyor.” Bu huzursuzluk, geçmişte yaşanmış travmatik bağlanma örüntülerinin kalıntısıdır. Kendi içsel dünyasında koşulsuz sevgiye yer yoktur. 
Bu kişiler için sevgi, karşılıksız ya da güvenli değil, manipülatif ya da geçicidir. Sevgi verildiğinde, “acaba neden veriyor?” sorusu oluşur. Sevgiye sahip olunca da “nasıl olsa gidecek” düşüncesiyle bozulur. Böylece kişi, başkası tarafından sevilmeden önce, ilişkiyi sabote ederek kontrolü elinde tutar. Bu bir tür 'önleyici terk' davranışıdır.
Kimi insanlar “ben sevmeyi beceremem” der. Fakat terapi sürecinde görüyoruz ki, bu bir beceri eksikliği değil; duygusal izin eksikliğidir. Kalbinin derinliklerinde “karşılık alamayacağım, görmezden gelineceğim, kırılacağım” korkusu yatar. Sevgi verme ihtimali, beraberinde kırılma ihtimalini getirir.
Böylece kişi ya “zor sevilenleri” seçer, ya da ulaşılmazı sever. Ulaşılmaz insanlar sayesinde sevgi verip karşılık alamamak, çocuğun annesinden göremediği ilgiyi bugünkü hayatında yeniden sahnelemesine imkân tanır. Bu döngü, “sevgim işe yaramıyor” inancını besler ve kişi sevme kapasitesine olan inancını yitirir.
Neden Kendimizi Sabote Ederiz? Bilim Ne Diyor?
Araştırmalar, kendi kendini sabote etmenin; düşük benlik saygısı, öğrenilmiş çaresizlik (Seligman, 1975), bağlanma travmaları (Bowlby, 1988), reddedilme duyarlılığı (Downey & Feldman, 1996) gibi faktörlerle ilişkili olduğunu gösteriyor. Kısacası bu bir "karakter zayıflığı" değil; derin bir duygusal öğrenmenin sonucu.
Terapiyle bu öğrenmeler yeniden yazılabilir. Yeni bir iç ses oluşturmak mümkündür: “Evet, bu zamana kadar sevilmediğim oldu ama bu benim sevilebilir olmadığım anlamına gelmez.” “Bugün, başkasının geçmişte bana veremediği sevgiyi kendime verme günü olabilir.” 
Bazen tüm gücümüzle ileri gitmek isteriz ama içimizdeki görünmez bir el freni çekili kalır. Kendi kendini sabote etmek, o freni sürekli çekmek gibidir. Ve bu fren, her ne kadar “güvende tutmak” için oradaysa da bir noktadan sonra yaşamdan koparmaya başlar.
Bu yazıyı okuyorsanız, belki de artık aynı döngüleri yaşamaktan yoruldunuz. Belki de ilk kez kendiniz için bir şey yapmak, o iç sesi dönüştürmek istiyorsunuz.
Kendi gelişiminizi sabote eden o görünmez inançları fark etmek ve dönüştürmek için bir adım atabilirsiniz. Terapi, tam da bu noktada fark yaratır. Yüzleşmek zor olabilir. Ama yüzleşmeden dönüşüm olmaz.

“Sizi en kısa sürede arayalım. İlk adımı birlikte atalım.”

Terapistlerimiz