Seçememek De Bir Acıdır: Ya Yanlış Yaparsam Korkusu
Bazı sabahlar uyanırsınız ve sadece ne giyeceğinize karar vermek bile sizi yorar. Birkaç dakika içinde seçip çıkmanız gerekirken, zihninizde onlarca alternatif belirir: “Siyah mı giysem, yoksa açık renk mi? Bu fazla mı sade oldu? Ya birini görürsem ya hava değişirse?” Ve bu küçük kararsızlık, aslında gün boyu sürecek daha büyük bir kararsızlık zincirinin ilk halkasıdır. Ne zaman önemli bir karar vermeniz gerekse (bir iş teklifi, bir ilişkiye başlama, bir davranışta bulunma, bir taşınma ihtimali) içinizdeki o tanıdık baskı başlar: "Ya yanlış yaparsam?"
Dışarıdan bakıldığında bu bir “kararsızlık” gibi görünür. Ama içeride yaşanan şey çok daha karmaşıktır. Karar anında yaşadığınız sıkışma, çoğu zaman bir mantık yetersizliğinden değil, duygusal yükten kaynaklanır çünkü karar vermek; sadece neyi seçeceğini bilmek değil, aynı zamanda “yanlış yapsam bile kendimin yanında durabilirim” diyebilmektir ama ya içinizdeki o küçük çocuk her seferinde yanlış yaptığı için eleştirildiyse? Ya bir şey istediğinde “ayıp”, “yersiz”, “mantıksız” denildiyse? Zamanla şu inanç zihne yerleşir: “Benim seçimlerim doğru değildir. Başkaları daha iyi bilir.” ve siz büyürsünüz, yetişkin olursunuz… Ama o iç ses hâlâ çocuk kalır. İçinize yerleşmiş bu güvensizlik duygusu, buna bağlı cesaretsizlik bugün hangi yoldan gideceğinize değil, “kendinize güvenip güvenemediğinize” dair bir karar savaşına dönüşür.
Zihniniz “mantıklı olanı” bulmak ister ama kalbiniz “onaylanmak” için çırpınır. O yüzden karar vermek yorucudur çünkü bir şeyi seçtiğinizde diğer tüm ihtimaller gözünüzde büyür. Birini tercih ettiğinizde, ötekileri kaybettiğiniz için üzülürsünüz yani bir karar, tek başına bir karar değildir sizin için aynı zamanda binlerce olasılıkla vedalaşmak anlamına gelir. Zamanla şu duygular sizi sarar: “Ya rezil olursam?” “Ya herkes ne kadar başarısız olduğumu görürse?” “Ya bu seçimi yapar ve sonra pişman olursam?” İşte bu yüzden, karar verememek sadece zaman kaybı değildir, aynı zamanda benliğinizin öz değerine işleyen bir iç savaş hâline gelir.
Kararsızlık bir süre sonra sizi ilişkilerinizde de zayıflatır. Birini sevdiğinizi bilirsiniz ama tam adım atamazsınız ya da biri size değer verdiğinde “emin olamadığınız” için geri çekilirsiniz. “Acaba daha iyisi gelir mi?”, “Ya bana uygun değilse?”, “Ya bir gün pişman olursam?” gibi sorular ilişkinin önüne geçer, böylece hayat kaçmaz, siz onu sürekli ertelersiniz ve hayatı kaçırırsınız.
Danışanlarım bazen şöyle der: “Bir karar alıyorum, hemen ardından kendimi sabote etmeye başlıyorum.” “Ne istediğimi biliyorum ama harekete geçemiyorum.” “İnsanlar bana güveniyor ama ben kendime güvenemiyorum.” İşte bu cümleler, karar verememenin arkasında yatan gerçek yarayı gösterir: “Kendi iç sesim bana güven vermiyor.” ve bu güven eksikliği, sadece bugünkü tercihlerle ilgili değildir. Geçmişte, duygularına önem verilmemiş, ihtiyaçları görülmemiş ya da sık sık eleştirilmiş bir çocuk büyüdüğünde, en temel şeyde bile şu soruya cevap vermekte zorlanabilir: “Ne istiyorum?”
Karar verebilmek için önce kendi duygularına yaklaşabilmek gerekir. Ama bazı insanlar için bu duygu bile tehlikeli hale gelmiştir çünkü duygularına kulak verdiklerinde geçmişte hep yanıldıkları hatırlatılmıştır ve bu nedenle iç rehberleri susturulmuş, dış seslere bağımlı hâle gelmişlerdir. Yani karar verememek, bazen sadece dış dünyayla değil, iç dünyayla da bağ kuramamak anlamına gelir.
Eğer siz de karar veremedikçe daha çok yorulduğunuzu, hayatın akışında sürekli geride kaldığınızı hissediyorsanız, bunun bir tesadüf olmadığını bilmelisiniz. Kararsızlık bir karakter sorunu değil, içsel bir yaradır ve her yara gibi, doğru yerden bakıldığında iyileşebilir.